
çocukluğu sokakta geçmeyen hayatı bilmez, bilemez arkadaş!.. oysaki inceden eğimli bir sokakta; taşlarla kurulmuş iki adet kalenin arasında, ömer üründül'ün hastası olduğu kolektif futbol olayına tamamiyle ters bir anlayışla gol aramak, o çocuğa hayatı öğreten en önemli unsurlardan biridir. şöyle ki; kaleler kurulmuştur. ve kaledeki çakal arkadaş(bu arkadaş sonradan ticarete atılır, dalaveracı olur ekseriyetle) top rakip kaleye yakın bir yerdeyken çaktırmadan, götüm götüm küçültür kaleyi. işte o an kuntizliğin keşfedildiği andır. sonra küfürlü tartışmaların ardından(senin takımından bir dürüstlük abidesinin de "evet abi, penaltı" diyerek kabullenişiyle) bir penaltı kazanır rakip takım. ve birden senin takımı kuran(topun sahibi olma ihtimali yüksek) o insan çıkagelir.. der ki: "ben geçicem kaleye." bu özgüven gösterisini hayranlıkla izlersin. ve burada da kaledeki sen, tırtlığını kabullenerek kaleyi kısa bir süreliğine devredersin efsaneye... sonrası gelişir.. burada da özgüveni öğrenirsin. itaatkarlığı öğrenirsin.
devam etmek gerekirse, şöyle de bir örnek verilebilir. diyelim ki kaleye birini koydunuz. ve oyun devam ederken bir de baktınız ki o insan kalede değil(ertesi gün babası çağırdığı için gittiğini söyler o insan). işte orada da sorumsuzluğu görürsünüz. veya farzedin ki topun sahibi sizsiniz. maç devam ederken de top balkona kaçtı, evde de kimse yok. topu olan başka bir arkadaşa çevrilir kafalar. ve o arkadaş(olmaz olsun öyle arkadaş) şöyle der: "ben eve gidiyorum. saat geç oldu." getirmez topu ve orada da yavşaklık çıkar ortaya...
işte dostlar... sokakta oynanan bir futbol maçı nasıl da hayatın özeti görüyorsunuz... şimdi soruyorum haklı olarak, hazır olun: sitelerde, evlerinden çıkmadan büyümüş, bilgisayar çağı gençliği! neden ağlamıyorsunuz ha? eksiksiniz ulan! ağlasanıza!.. (hadi bakiim görücem o gözyaşını.. hadi...)